4 Eylül 2015 Cuma

Futbolda Reform Yapan Taktik Dehalar ve Sistemlerin Yıllar İçindeki Devinimi...

Harry Redknapp "Maçı taktikler kazandırmaz" dediğinde gerikafalı ilan edilmişti bir zamanlar. Birçok kişi Redknapp'ın futbolun değişiminin ve geldiği noktanın farkında olmadığını ve bu kafayla piyasada barınmasının mümkün olamayacağını söylemişlerdi. Bunun yanında birçok teknik adam da Redknapp'a hak veriyordu. Arsene Wenger teknik direktörlüğünün ilk zamanlarında takımının kazanması için dua ettiğini açıklamıştı. Ve şöyle de devam ediyordu Fransız teknik adam "Zaman ilerledikçe de daha iyi oyunculara sahip olmak için dua etmeye başladım." Kendi döneminin en başarılı İngiliz menajerlerinden Matt Busby ise The Football Man kitabının yazarı Arthur Hopcraft’e Manchester United’da geçirdiği ilk dokuz ay boyunca taktik tahtasını kullanmadığını memnuniyetle anlatıyordu.

Bir araştırma teknik direktörlerin bir başarı üzerindeki etkisinin maksimum %10 seviyelerinde olduğunu söylüyor. Bu ne kadar doğru tartışılır ama bazı teknik direktörlerin futbolda reform yaptıkları bir gerçek. Futbol ilk oynanmaya başladığında "Topluca defans, topluca hücum" ilkesiyle sistemsiz oynanıyordu. Ama bu hayal ettiğiniz tarzda değil gerçekten toplucaydı. Yani koloni halinde tüm oyuncular aynı anda topa koşuyor ve kuru kalabalıktan başka bir şey ortaya çıkmıyordu.

Zamanla İskoçların 2-2-6, Macarların 2-3-5 gibi taktikleri ortaya çıktı. İngiltere'de ise; 1925 yılında ofsayt kuralı uygulanmaya başladıktan sonra "Klasik Formasyon" ortaya çıktı. Bu formasyonda; bir kaleci, 2 savunma oyuncusu, 3 orta saha ve 5 hücum oyuncusu bulunuyordu. Savunma oyucuları alan savunması yapıyor, orta saha oyuncuları top kaybına engel olmaya ve geri çekilerek savunmaya yardım ediyorlardı. Ayrıca orta sahadan bir oyuncu hücuma katkıda bulunuyor ve hücum bloğu 6 kişiye yükseliyordu. Kanatlarda oynayan orta saha oyuncuları hem alan, hem de adam adama savunmayı beraber gerçekleştirerek rakip orta saha oyuncularını çizgiye gitmeye zorlayarak kendi kalelerinden uzak tutmayı amaçlıyorlardı.

Derken Herbert Chapman bir devrime imza attı ve "WM Sistemi" ni ortaya çıkardı. M şeklinde dizilen defans ve W şeklinde dizilen hücum hattına eşit olarak paylaştırılan ofans ve defans görevleri bu sistemin ana temasını oluşturuyordu. İki stoperin önünde yer alan libero ve onun da önünde yer alan iki önlibero "M"yi oluşturuyordu. "M" takımın defansif görevlerini ifade ediyordu. "W" ise takımın hücum hattını ifade ediyordu. İki önliberodan top alıp dağıtacak iki orta saha oyuncusu, iki tane de açık oyuncusu. Tek santrafor da takımın gol yükünü çekiyordu.

1920'li yıllarda adı sanı duyulmamış Arsenal'i efsane yaptı Chapman bu sistemle. 1927 yılında ise FA Kupası'nda final oynamışlardı. Daha sonra 1929-30 sezonunda bu sefer FA Kupası'na uzanıldı. 1930-31 sezonunun sonunda Arsenal 127 golle şampiyon olunca bu sistem tüm İngiltere'ye ve hatta dünyaya yayılmaya başladı. İki yıl sonra ise 1932-33 sezonunda 118 golle bir şampiyonluk daha alındı. Arsenal artık ofansif anlamda müthiş bir güç haline gelmişti.

1934 yılında Chapman hayatını kaybetti ve futbol dünyasına WM'yi hediye etti. Arsenal 1933-34 ve 1934-35 sezonlarında da Chapman'ın kurduğu sistemin devan ettirilmesi ile şampiyon olmayı başardı. Bu ofansif ama aynı zamanda son derece de katı bir sistemdi , oyunculara özgürlük tanımıyor; herkesten ofansif veya defansif görevlerinden birini  yüklenmesini istiyordu.Uzun yıllar varlığı sürdürdü bu formasyon dünya futbolunda. Ta ki; Macar Milli takımı İngiliz milli takımına bir maçta 6, diğer maçta 7 gol atana dek...

Bu tarihtan sonra iki taktik kasıp kavurdu dünyayı. Önce ilkinden başlayalım. Yani Herrera'nın "Catenaccio" sundan. O zamanlar İnter'in başında olan Fas asıllı İspanyol bir ailenin Arjantinli ve aynı zamanda Fransız vatandaşı çocuğu hoca Helenio Herrera çıkarmıştı bu sistemi. Catenaccio İtalyanca kilit demekti ve sistemin temel amacı maçı 1-0 galip bitirmekti. Herrera bu sistemi kurarken, Avusturyalı efsane hoca Karl Rappan'ın "zincir" orjinal adıyla verrou sisteminden etkilenmişti. Ama Rappan'ın zinciri Herrra'nın "kilit"i kadar defansif bir anlayış değildi.

Taktiğin dizilişi 5-3-2 şeklindeydi. 5-3-2'in varyasonlarını oynayan Herrara'nın Inter'i zamanla hızlı kontra atağa çıkma ve defanstan gönderilen uzun toplarla etkili olma konusunda ustalaşmıştı. Orta sahada defansif özellikleri yüksek olan üç oyuncunun yanı sıra, az önlerinde forvete yakın bir yerde oynayan oyun kurucu bulunuyordu. Son olarak bir de şimdiki tabirle uzun ve güçlü bir "Target man" yani hedef santrafor kilit noktalarından biriydi bu sistemin. Sistem tanıdık gelebilir. Çünkü Yunanistan 2004'te Avrupa Şampiyonluğu'na ulaşırken Otto Rehagel buna çok benzer bir taktikle sahaya sürmüştü takımını.

Inter sürekli eleştiri alan bu sistemle büyük başarılar kazandı. Herrera'nın takımın başında olduğu sekiz sezonda  2 Şampiyon Kulüpler Kupası, 2 Kıtalararası Kupa, 3 Serie A şampiyonluğu, 1 İtalya Kupası kazanıldı. Özellikle oyun kurucu-önliberosu yani "deep lying playmaker"ı Mazzola büyük ün kazanmıştı. Herrera daha sonra Roma, Rimini ve Barcelona'da da aynı sistemi kullandı. Evet yanlış duymadınız.Barcelona gibi bir takıma Catenaccio oynatan bir adamdır Herrera. Bu konuda da gerçek bir fenomendir. Barcelona'daki ikinci yılında bu taktikten vazgeçmeyi bilecek kadar da zekiydi.

Catenaccio İtalya'ya aitti ve ülke sınırları dışına fazla çıkmaması gerekiyordu. 1967’deki finalde de Celtic’e karşı takımı 1-0 öne geçince adeta dükkanı kapatıp kepenkleri indirdi Herrera. Maçın geri kalanında çok iyi mücadele etmelerine rağmen savunmayı o kadar geride kurmuşlardı ki bu durum Celtic’e alışılmış oyununu oynama fırsatı verdi. Bunun sonucunda da İskoçlar Inter kalesine tam 39 şut attılar ve önce beraberliği yakaladılar, ardından da galibiyet golünü bulup maçı 2-1 kazandılar.Bu da yavaş yavaş taktiğin işlevselliğini yitirmesi anlamına geliyordu.

Gelelim madalyonun diğer tarafına. Yani "Brezilya'nın 4-2-4'üne. 1958 Yılında İsveç’te düzenlenen Dünya Şampiyonası'nda, Brezilyalılar tarafından final maçında kullanıldı bu taktik. Gerideki savunma bloğunu dört savunma oyuncusu sağlar. İki bek oyuncusu yan yana oynar ve bunlardan herhangi biri, takım hücuma çıktığı anda orta alana destek olur. Ortada yer alan bekler ise savunmada dengeyi sağlar ve yan taraftaki beklere yardımcı olurlardı. Orta alandaki oyuncular ise; hücuma destek olmanın yanında savunma ve hücum arasındaki bağlantıyı sağlarlardı.

Takımın yükünün büyük kısmını orta saha oyuncuları çekerdi bu sistemde. Hücum oyuncusundan iki tanesi oyun alanının kenarlarını kullanırlarken diğer taraftan ortada oynayan hücum oyuncularına pozisyon hazırlarlardı. Ortadaki hücum oyuncuları ise; büyük ölçüde gol atmayı düşünürler ve orta saha oyuncuları ile direkt olarak bağlantı içinde olurlardı. Orta sahadan gelecek sürpriz oyunculara boş alan yaratarak onların gole yönelik çabalarına zemin hazırlarlardı.

İlk bakışta güzel bir sistem gibi dursa da dezavantajları da çoktu bu sistemin. Savunma için 4 oyuncu yetmemekte, savunma ile hücum arasındaki bağlantıları iki ortasaha oyuncusu sağlayamamakta ve orta saha üstünlüğü böylece rakibe kaptırılmaktaydı. Tabir-i cazise şu andaki "box to box" tipi iki oyuncu defans ile hücum arasındaki bağı kurmakla görevliydi ve bu yük tamamen onların omuzlarındaydı. Ama iki kişi bu yükü kaldıramıyordu. Bu nedenle defans ile ofans arasında büyük kopukluklar oluyordu. Başarı sağlamak zordu bu sistemle. Tabi takımınızda Garrincha, Pele gibi müthiş oyuncular yoksa.

Tüm bu dezavantajları nedeniyle varlığı da fazla sürmedi bu sistemin. Ama Maslov'a ilham kaynağı oldu. 60'larda Maslov çıktı ortaya ve bu taktiği geliştirdi. Yani nam-ı değer: "presin mucidi" Maslov’un Dinamo Kiev’in başına geçmesi, Maslov devriminin de başlangıcı oldu. Brezilya’nın 1958 Dünya Kupası’nda zafere ulaşırken uyguladığı, ileri dörtlüden birinin geriye gelerek orta sahayı üçlemesi fikrini bir adım ileri taşıyarak iki kenar forveti de geriye çekerek orta sahayı dörtledi ve 4-4-2 sistemini oluşturdu. Her ne kadar 4-4-2’nin mucidinin sıklıkla İngiliz teknik direktör Sir Alf Ramsey olduğu söylense de, Maslov ondan birkaç yıl önce bunu takımında uygulamıştı.

Dizilimden bağımsız, Maslov’un futbola getirdiği en önemli unsur presti. Adam markajı yerine alan savunmasını tercih ediyordu Maslov. Nedenini soranlara ise şöyle diyordu: "Adam markajı, uygulayan oyuncuya yapılan bir hakarettir, eziyettir. Onu küçük düşürür ve kahreder" Bu boğucu ve presli oyun anlayışı oyuncuların fiziksel üstünlükleriyle de birleşince rakibi kendi alanına hapseden bir oyun anlayışına dönüştü. Bu taktikle 1966, 67 ve 68 yıllarında Sovyet Ligi şampiyonluğuna ulaştı ve 1966 Sovyet Kupası’nı kazandı Dinamo Kiev.

Bu oyun anlayışı sonraki yıllarda Ajax’ta Rinus Michels ve yine Dinamo Kiev’de Valeriy Lobanovskyi önderliğinde uygulandı ve bu ekiplerin , aynı zamanda da teknik direktörlerin futbol tarihine adlarını altın harflerle yazdırmalarına sebep oldu. 90’lı yılların başında iki Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu kazanan Arrigo Sacchi’nin efsanevi AC Milan’ı ise; pres oyununu zirveye taşıdı.

Taktik deha deyince iki isimden bahsetmemek olmaz. Kim mi onlar? Tabi ki Rinus Michels  ve Arrigo Sacchi... Rinus Michels'ten başlayalım isterseniz. Yani: "Total futbolun mucidi" nden.  “General” lakabı ile de anılan Rinus Michels sert, disiplinli ve sürekli daha iyisini, mükemmeli arayan bir teknik direktördü. Ajax’da oyuncuların fizik ve teknik kapasitelerini geliştirmek için daha fazla antrenman yapmaları gerektiğini gören Michels, bütün oyuncular ile profesyonel sözleşmeler yapılmasını sağladı.

Teknik onun için herşeyden önemliydi ve antrenmanlarda daha önce görülmemiş bir şekilde topla çalışmayı arttırdı. Michels’e göre futboldaki en önemli olgu, alanın kontrolü ve kullanımıydı. Teorisi, top kendi takımında iken sahayı olabildiğince genişletmek ve top rakip takımdayken alanı olabildiğince daraltmaktı. Bu da, sahanın her yerinde yoğun pres uygulamayı olmazsa olmaz kılıyordu. Bu konuda da Maslov onun ilham kaynağıydı. Taktiksel dizilişi genel olarak 4-3-3 şeklindeydi ve oyunculara pozisyona göre özgürlük tanıyordu.

Michels’in en çok önem verdiği şey, oyuncuların sahada akıllı hareketlenmeler yapmaları ve birden fazla pozisyonda oynayabilecek kadar çok yönlü olmalarıydı. Aklındakileri sahaya koyması çok önemliydi. Bunun için elinde müthiş de bir kadro ve dahi vardı: "Johan Cruyff" Michels'in saha içindeki beyniydi Cruyff adeta.

Michels, iki dönem çalıştırdığı Ajax’ın başında 4 Hollanda Ligi, 3 Hollanda Kupası ve 1 Şampiyonlar Ligi, Barcelona’nın başında 1 İspanya Ligi ve 1 İspanya Kupası ve kariyerinin sonlarına doğru çalıştırdığı Bayer Leverkusen ile 1 Almanya Kupası zaferi kazandı.Guardiola ile; yeniden doğan Barcelona sisteminin önderi de Cruyff sanılır. Ama sanılanın aksine bu sistemin önderi Michels'tir aslında. 1974'te Batı Almanlara finalde kaybetmesine rağmen "Michels'in Portakalları" hala gelmiş geçmiş en iyi milli takımlardan biri olarak kabul edilir.

Ve gelelim Arrigo Sacchi'ye."Jokey olmak için önce at olmak gerekmez" Bu efsane söz birçok kişi tarafından Mourinho'nun olarak bilinir. Ama sözün patenti Sacchi'ye aittir. Otto Rehhagel, Roy Hodgson veya Johan Cruyff gibi antrenörlerden etkilendiğini açıkyüreklilikle belirtiyor Sacchi. Ama asıl onun gözünde idol olan takımın "Michels'in Portakalları" olduğunu söylüyor. Onun sisteminde her şey alan savunması, pres, göze hoş gelen oyun ve 4-4-2'den ibaretti. Yani bu yazının içinde geçen birçok teknik adamın ideolojilerini çok güzel bir şekilde harmanlamıştı Sacchi.

Yetenek onun için 2.plandaydı. Önemli olan sisteme bağlı kalmak ve verilen görevi olabildiğince yerine getirmekti. Bunu da şu örnekle savunuyordu: "Eğer oyuncular disiplinin yanında bir de yetenekliyse, bu bir artıdır. Zira yetenek, kafada şekillenen ürünü mükemmelleştirebilir. Ama bir idealin yerini alamaz. Robert De Niro muhteşem bir aktördür. Fakat nasıl hoşuna gidiyorsa öyle rol yapamaz, bilakis senaryoda ne yazıyorsa onu takip etmelidir"

Milan ile 2 Şampiyon Kulüpler Kupası, İki Süper Kupa, iki de Kıtalararası Kupa kazanarak tarihinin en başarılı ve en iyi oynayan Milan'ını yarattı Sacchi. Yarattığı aslında basitti: "Total futbolu klasik İtalyan futbolu ile harmanlamak"  Oyunculara yeteneklerini göstermeleri için daha çok şans verilirken, disiplin bozulmamalı, oyun karşı alana yıkılmalıydı. Arrigo Sacchi'nin futbol anlayışında sadece kazanmak değil, güzel oynayıp kazanmak yatıyordu. Belli bir futbol felsefesi vardı ve istediği sisteme göre oyuncu bulmakta yada yaratmakta ustaydı.

4-4-2 görünümünde olmasına rağmen, aslında Total Futbol'un biraz daha saldırgan bir versiyonunu oynattıyordu. Orta sahada aşırı pres yaptırarak defansa daha az iş düşmesini bekliyordu. "Toplu defans, toplu hücum" felsefesini İtalyan futboluyla harmanlamayı becermişti. Yeri geldiğinde riskler almayı da biliyordu. İlk defa atak oynamaya çalışan bir İtalyan takımı seyrettirdi futbolseverlere. Önce Milan'la, sonra İtalya Milli Takımı'yla. 1988-89 sezonunda kurduğu Milan takımı World Soccer dergisince "Gelmiş Geçmiş En İyi Kulüp Takımı", Brezilya 1970, Macaristan 1954 ve Hollanda 1974 takımlarının ardından "Gelmiş Geçmiş En İyi Dördüncü Takım" seçilmiştir.

Tüm bu dehaları okuyup öğrendikçe Barcelona, Bayern Münih, Real Madrid gibi takımların ve Mourinho gibi taktik ustalarının hangi akımlardan etkilenip ortaya çıkıtığı konusunda daha iyi fikirler edinebiliriz sanıyorum. Şu anda Barcelona, Bayern Münih gibi takımlar "uzay takımı" olarak adlandırılıyor. Ama zamanında dünya futboluna damga vurmuş müthiş takımlar ve taktik dehalar vardı. Son yıllarda bu bağlamda taktik dehayla maç ve turnuva kazanmış en çarpıcı 2 adam Mourinho ve Otto Rehhagel günümüz futbolunda.

Otto Rehhagel 2004'te Herrera'nın Catenaccio'suna benzer bir taktikle Avrupa Şampiyonası'nı kazandı. Mourinho'nun ise; 2010'da İnter ile kazandığı Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu taktiksel deha ile turnuva kazanma konusunda önümüzdeki en taze örnek bana göre. Ama Mourinho'nun da Sacchi'den ve bu yazıda geçen birçok taktik dahiden etkilendiğini söylemek sanırım hiç yanlış olmaz.

İşin özü şu bana göre: "Hiçbir başarı kendiliğinden ortaya çıkmaz" Her başarı belli bir birikim ve geçmişte yapılan doğruların başarılı bir şekilde disiplinle harmanlanması sonucu ortaya çıkmıştır. Bu yüzden futbola taktiksel bazda emeği geçen tüm üstadları anmak istedim bugün. Umarım sıkılmadan okuyan ve yazıda buralara kadar gelenler olur. Son söz olarak: "Yazıda geçen tüm üstadlar! Hepinizin önünde saygıyla eğiliyorum." Can Dündar'ın dediği gibi: "Çok yaşayın ve siz de görünüz"

BURAK AKÇAY

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder