8 Nisan 2015 Çarşamba

Hep Denedin Hep Yenildin...Olsun Bir Daha Dene; Yine Yenil...Bu Kez Daha İyi Yenil...



"Hep denedin hep yenildin. Olsun bir daha dene; yine yenil. Bu kez daha iyi yenil" demiş zamanında Samuel Beckett. Çoğumuzun hayatı yenilgilerle geçiyor zaten. Bazen her yenilgide yeni şeyler öğreniyor, bazen de yoruluyor; yılıyoruz. Oysa tarih, ne olursa olsun yılmayanların hikayeleriyle dolu. Ne kadar önüne set çekilirse çekilsin. Ne kadar gereken değerin %1'i bile verilmezse verilmesin. Bugün de bu isimlerden birine değineceğim program müsaitken. Hayat hikayesinden oldukça etkilendiğim bir isimden...

Öncelikle bir soru soracağım sizlere.

"Vecihi deyince aklınıza gelecek ilk kişi kimdir?"

Eminim ki; çoğunuzun cevabı "Şener Şen" olacaktır. Aslında benim de öyleydi 4-5 sene önceye kadar. Şener Şen üstadın başarısı büyük bunda. Ama biraz sonra yazacaklarım sonrasında biraz düşünün derim. Biraz da toplum olarak bizim ayıbımız değil midir bu?

Tayyareci Vecihi Hürkuş...Gülen Gözler filminde selam çakılan insan aslında...Daha 3 yaşında hayat ona ilk golünü atıyor. Babasız kalıyor. Dul annesi ve iki kardeşiyle zorluklarla dolu bir çocukluk geçiriyor. Sanata olan ilgisinden dolayı Tophane Sanat Okulu'nu bitiriyor. Daha 16 yaşında 1912’deki Balkan Harbi’ne eniştesi Kurmay Albay Kemal Bey’in yanında gönüllü olarak katılıyor.

Tayyareci olmak istiyor. Tutkuyla bağlanıyor bu işe. Yaşı küçük olduğundan makinist mektebine alıyorlar onu. Makinist olarak 1. Dünya Savaşı’na girerek Bağdat cephesine uçak makinisti olarak gönderiiyor. Orada bir uçak kazasında yaralanarak İstanbul’a geri dönüyor. Yeşilköy’deki Tayyare Mektebi’ne girerek sonunda tayyareci oluyor.

1917'de  Kafkas cephesine atanıyor. Orada bir uçak düşürerek Kafkas Cephesinde uçak düşüren ilk Türk tayyarecisi oluyor Vecihi Hürkuş. Bir hava savaşında yaralanarak düşünce uçağını yakarak Ruslara esir oluyor. Esir olarak Hazar Denizi’ndeki Nargin Adası'na gönderiliyor. Yine pes etmiyor. Azeri Türklerinin yardımı ile adadan yüzerek kaçıyor. Birlikte kaçtığı arkadaşıyla Erzurum’a kadar yaya olarak gidiyorlar.

Kurtuluş Savaşı’nın ilk ve son uçuşunu yapan, İzmir hava alanını işgal eden tayyareci oluyor ve 3 defa takdirname alarak kırmızı şeritli İstiklal Madalyası kazanıyor. Savaşta ganimet olarak Yunan’lılardan ellerine geçen pek çok motordan faydalanıp projesini hazırlıyor. Böylece ilk uçağı Vecihi K VI ortaya çıkıyor. Devletten uçuş müsaadesi ve uçabilirlik setifikası istiyor. Gelen cevap: "Uçağı kontrol edecek ve uçuracak yeterlilikte biri yok. Bu nedenle sana sertifika veremeyiz. Uçağına güveniyorsan atla uçur görelim."

Düşünmeden atlıyor uçağa ve ilk uçuşunu yapıyor uçağıyla. Ama bu büyük başarı cezasız kalmıyor. İzinsiz uçuş yaptığı gerekçesiyle devletten ceza alıyor. Yine yılmıyor Vecihi Hürkuş. Yurtdışında birçok uçak fabrikasını gezip gözlem yapıyor; tecrübe uçuşlarına katılıyor.

1927'de Ankara-Kayseri arası uçuşlara başlıyor. Bu uçuşlar Türkiye'nin ilk ulaşım uçuşları olarak tarihe geçiyor. 1930 yılında da Kadıköy’de bir keresteci dükkanını kiralayarak, 3 ay içinde ilk Türk sivil uçağını, kendi adına ise; 2. uçağı Vecihi K-XIV uçağını yaratıyor.Uçabilirlik sertifikası için tekrar İktisat Bakanlığı'na müracaat ediyor. Cevap yine aynı “Tayyarenin teknik vasıflarını tespit edecek kimse bulunmadığından gereken sertifika verilmemiştir”

Yılmıyor. Uçağın parçalarını tek tek söküp Çekoslavakya'ya gidiyor. Orada çalışmalarını tamamlayıp uçağı tamamlıyor Çekoslavak yetkililer tarafından "Yaşasın Türk teyyareciliği" yazan bir pankart eşliğinde uçuşunu yapıp sertifikasını alıyor. Çekoslavak yetkilililerin burada çalış ısrarlarına rağmen ülkesine dönüyor.

Posta idaresi adına çalışırken uçuş ücretleri nedensiz kesiliyip Vecihi XIV uçağı uçuştan men ediliyor; yardımcısı işten çıkartılıyor. Yine yılmıyor. İlk sivil Teyyare Mektebi'ni kuruyor. Buradaki öğrencileriyle birlikte 4 uçak, 1 tane de uçak motoruyla çalışan deniz botu yapıyorlar.

Öğrenci diplomalarına devletçe denklik verilmiyor, parasal sorunlar baş gösteriyor. Okul kapanmak zorunda kalıyor. Atlayıp Rusya'ya gidiyor Vecihi Hürkuş. Burada havacılık alanındaki gelişmeleri gözetliyor. Dönüşte Atatürk'e anlatıyor gördüklerini. "İstikbal göklerdedir" diyen Atatürk çalışmalarından oldukça etkileniyor ve 1937 yılında eğitim için Almanya'ya gönderiliyor.

2 senede mühendislik diplomasını alıp ülkesine geri dönüyor.  “Tayyare Mühendisliği Ruhsatnamesini” almak için başvuruyor. Aldığı cevap "2 senede mühendis olunmaz"  1954’te Hürkuş Hava Yolları'nı kuruyor. Türk Hava Yolları’nın seferden kaldırdığı 8 tayyareyi banka kredisiyle alıp devletin sefer koymadığı yerlere seferler koyuyor. Devlet yine izin vermiyor; seferler devam edince uçakları sabote edilip parçalanıyor.

Yine yılmıyor. Tüm imkansızlıklara rağmen elinde kalan son uçağıyla Güney Doğu Anadolu’da torium, uranium ve fosfat arayarak zor doğa koşullarında çalışıp ülkesi için çabalıyor. Yüksek seviyede borçlanıyor. Devlet tarafından vatana hizmet nedeniyle kendisine bağlanan maaş da kesiliyor. 1969 yılında da borç ve sıkıntı içerisinde hayata gözlerini yumuyor. İnsanlık aya ilk adımlarını atmaya hazırlanırken...

Ben yazmaktan yoruldum. Buraya kadar okuyanlar da muhtemelen okumaktan yorulmuştur. Ama Vecihi Hürkuş hayatı boyunca yılmamış. Amacı uğruna, sevdası uğruna tüm olumsuzluklara rağmen savaşmış. En acısı da uğruna hizmet için hayatını feda ettiği bu ülkede halkının onun adını sadece TV programları sayesinde öğrenmesi belki de. Hem de kim olduğunu bile bilmeden...


Oturup tekrar düşünmeli belki de. En ufak sıkıntıda yılıp pes ederken; en ufak terslikte küfürler yağdırıp isyan ederken bu vatan kahramanlarının hikayeleri hatırlanmalı. Samuel Beckett ne güzel demiş değil mi? Hep denedin hep yenildin. Olsun bir daha dene; yine yenil. Bu kez daha iyi yenil...

                                                                                                     BURAK AKÇAY

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder